EDEBİYAT 

KÜLE DÖNMÜŞ BİR ZEYTİN AĞACINA SÖYLEV

Yangın yeri buralar. Bak, bu dumanı daha üzerinden gitmemiş yerde, şurada yan yana dizilmiş yatanların köyü vardı. Yıkıma uğradılar. Aslında yıkım değil de, “yakım” demek daha doğru olur. Ha, sen şimdi diyeceksin ki, esasında kim için “yakım” oldu? Bana sorma, onu vicdan diyecek.

Bu insana yapılmaz, değil mi? Evet, doğru, yapılmaz belki. Peki, insana yapılmaz da kime yapılır? Mesela, hayvana yapılır mı? Kim hak eder bunu? Bırak onu bunu; biz hak dağıtıcı mıyız? O bunu hak ediyor, bunu verelim; şu diğerini hak ediyor, onu verelim. Herkesin hakkı bizden mi sorulacak, haklarını biz mi dağıtacağız? Hata yaptığımızda ne olacak? Yanlışlıkla öbürünün hak ettiğini diğerine verdiğimizde yer yerinden oynamaz, merak etme. Dön de şu bozgun yerine bir bak, Allah aşkına! Burada yanlış varsa nasıl düzeltebiliriz ki? Sence düzelir mi? Yani böyle düzgün olmadı mı?

Sana üç gram fazla kaçmış, alayım onu senden nineciğim, şuradaki karakaçana vereyim.

Böyle düzelir mi? Bak gördün mü nineyi? Şuradaki mavi üzerine kırmızı, yeşil çiçekli elbisesi rüzgâr değdikçe dalgalanan on üç yaşlarındaki kız çocuğu ile kanlı kundağı görünmesin diye ninenin kahverengi atkısıyla örtülmüş bebenin arasında yatıyor. Mor renkli bir fistanı varmış eskiden; fistanın rengi bile gitmiş! Elle tutulur bir yanı kalmamış ninenin; ne burun var artık yüzünde ne göz kalmış. Yahu ne diyorum ben, ortada yüz bile kalmamış ki! Hem zaten ondan alıp karakaçana verecek bir şey de yok. Baksana, o da almış alacağını; bütün organları boydan boya yarılan karnından dışarı taşmış! Az ilerisindeki buzağı desen, onun da arka ayakları kömüre dönmüş. Peh! Alacak-verecek yok, senin anlayacağın; yekûnu uğramış yakıma.

Kenardan köy yerine şöyle bir daha bak… Üzerinde dumanı tüten yangın yerine… Bak, şimdi hak verebilirim sana. Bu “kerpiç kerpiç üstüne” evlere bu kadar abanmaya gerek var mıydı? “Puf!” desen yıkılır giderdi hepsi. İskambil kâğıtları gibi üst üste dizilmişten beter haldeydiler. Uçaklar, helikopterler, havanlar, toplar, taburlar… Ama sen de şunu göz ardı etme: Bir yakım, sadece yakıma uğrayana ait değildir; onun gibi olan ve henüz ayakta olan diğerleri içindir esas! Bir ders içerir, bir gözdağı vardır özünde. Bak, böyle bakınca nasıl da anlamlı oluyor, değil mi, her şey!

Misal, sen küle dönmüş bir zeytin ağacısın. Sana niye bunu ettiler; hak ettin mi? Ben onu bilmem; ama diyelim ki hak etmedin. E, o vakit niye böyle küle döndün? Ben sana kısacık anlatayım da bitsin mevzu: Şu dağın öte yanındaki erik ağacına gidecek dumanın; anlatacak ona. Onun yanındaki elma ağacına, öte yamaçtaki meşeye diyecek olanı biteni, en çok da senin bu başına gelenleri hak etmediğini. Bak, işte o vakit senin küle dönüşün bir anlam ifade edecek. Tüm ağaçlar kendine çekidüzen verecek, ağaçlığını bilecek! Meyvesi varsa onu verecek akıllı uslu, kış gelirken yaprağını dökecekse dökecek, baharda yeniden yeşerecek. Senin gibi yaz-kış yaprağını taşıyanlar da kendi düzenini devam ettirecek. O vakit ne yanarlar, ne tüterler.

Ya, işte hal böyleyken böyle… Öyle kurdu koruyayım, kuşu uçurayım, gölgemde muhafaza edeyim yok. Büyük resmi görmek gerek!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar